Hayat, insana birçok şey öğretir. Neşeyi, acıyı, zaferi ve yenilgiyi… Ancak zamanla, hayatta öğrendiklerimizin bir kısmı ağır bir yük haline gelir: inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve şüpheciliği öğrenmek gibi. Freud’un sözleriyle, tecrübe denilen şey aslında kalbin en derin yaralarına dokunur.
Toplumda giderek artan kronik güvensizlik, modern çağın getirdiği hız ve yüzeysellik ile birleşince, insanlar kendilerini bir duvarın arkasına saklama ihtiyacı hissediyor. “Kimseye güvenme”, “Kimseyi sevme”, “Hata yapma” gibi iç sesler, bireyin kalbini günden güne katılaştırıyor. Oysa insan, kalbiyle yaşar.
Tecrübenin Faturası
Tecrübe, hayatta birçok kapıyı açar; ancak bazen ağır bedeller de getirir. Çocukken sahip olduğumuz saf güven, hayatın ilk darbeleriyle kırılmaya başlar. İlk ihanet, ilk hayal kırıklığı, ilk kayıp… Kalp her darbede bir kat daha sertleşir. Freud’un “kalbiyle kaydedilen bir insana yaşanır” sözü, tam da bu süreci işaret eder. İnsan, yaşadığı her olayda kalbine bir iz bırakır ve bu izler bir süre sonra tüm kararlarını etkiler hale gelir.
Ne yazık ki bu süreç, bir noktada geri dönülmez hale gelir. İnsan, kendisini sevgiye ve güvene kapattığında, hayatın sunduğu gerçek zenginliklere de sırtını döner. Dostluklar yüzeysel bir hâl alır, aşklar geçici heveslere dönüşür, şüphe her türlü samimiyeti gölgeler.
Kronik Şüphecilik Çağı
Modern insan, şüpheyi bir savunma mekanizması olarak benimsemiş durumda. Bilgi çağında sahte haberler, sosyal medyada çarpıtılmış gerçeklikler ve hızla değişen ilişkiler, bireylerin güven duygusunu aşındırıyor. Bir insana inanmak ya da bir ilişkiye kalpten bağlanmak, risk olarak algılanıyor. Ancak bu kronik şüphecilik, insanın yalnızlığını derinleştiriyor.
Çıkış Yolu: Kalbe Dönmek
Freud’un işaret ettiği gibi, tecrübenin yaralarını anlamak ve onları iyileştirmek, bir bireyin en büyük sorumluluğudur. Kalbi yeniden açmak cesaret ister; ama bu cesaret, insanı yeniden hayata bağlar. Güvenmek, sevmek ve inanmak, riskler barındırsa da insanın özüne ulaşmasını sağlar.
Toplum olarak, güvenin ve sevginin değerini hatırlamamız gerekiyor. Tecrübe bizi korumak için var; ama aynı zamanda bizi insan olmaktan uzaklaştırmamalı. Freud’un uyarısını kulak arkası etmeden, kalbimize dokunmanın yollarını bulmalıyız.
Unutulmamalıdır ki sevgi, şüpheye yenik düşmediği sürece hayatı anlamlı kılar. Ve güven, en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanda bize ışık tutar. Tecrübenin karanlık yükünden kurtulmak, insanın kendi kalbine ve çevresine yeniden inanmasıyla mümkündür.
Sonuç olarak, yaşanan her yara, hayatın bir parçasıdır. Ancak bu yaraları kalıcı birer duvar hâline getirmek, insanın kendisine yaptığı en büyük ihanettir. Freud’un dediği gibi, tecrübe kalbe yazılır; ama kalbi hapsetmek yerine onu yeniden özgür bırakmayı öğrenmeliyiz.
Yorum Gönder