Yazan: [tiwiti10] – 10 Şubat 2025
Günümüz, teknolojinin ve küreselleşmenin hayatlarımızı kökten değiştirdiği bir çağ. Akıllı telefonlarımız, sosyal medya platformları ve sürekli bağlantıda kalma isteğimiz, kim olduğumuzu ve nasıl yaşadığımızı yeniden tanımlıyor. Peki, bu hızlı değişim çağında insan olmak ne anlama geliyor?
Geçtiğimiz hafta, İstanbul’un kalabalık caddelerinden birinde yürüyen Elif’in hikayesi, modern insanın gündelik yaşam mücadelesine ışık tutuyor. Elif, 32 yaşında bir reklam yöneticisi olarak sabahın erken saatlerinde uyanıp, akşamın geç saatlerine kadar süren toplantılar ve telefon görüşmeleri arasında, kendine vakit ayırmayı zorlaştıran bir tempoda yaşıyor. Ancak o, her sabah iş yerinin kalabalığından sıyrılıp, Boğaz’ın serin sularına bakan bir köprüden geçerken, aklında hep şu soru dönüyor: "Gerçekten kimim ve bu dijital dünyada insan olmak ne demek?"
Teknoloji ve İnsan: Bir Denge Arayışı
Elif’in hikayesi, modern yaşamın çift yüzlülüğünü gözler önüne seriyor. Bir yandan teknolojinin sunduğu sınırsız bilgi ve iletişim imkanları, yaşamı kolaylaştırıyor; diğer yandan ise bu yoğun bilgi akışı, bireylerin içsel dünyasında bir boşluk hissine neden olabiliyor. Özellikle sosyal medyada paylaşılan hayatların parıltısı, gerçek benliğimizle arasındaki farkı gözler önüne seriyor. Bir an önce "beğeni" sayısına odaklanan, statüye önem veren bu yaşam tarzı, insana dair temel duyguları ve ilişkileri gölgede bırakabiliyor.
Gazetemizin muhabiri, Elif’in yaşadığı semtin dar bir kahvehanesinde düzenlediği kısa bir röportajda, “Bazen kendimi, başkalarının ne düşündüğüyle o kadar meşgul olurken buluyorum ki, kendi iç sesimi duymakta zorlanıyorum” diyen Elif, modern dünyanın getirdiği bu ikilemi içtenlikle dile getiriyor. O, teknolojiyle arası iyi olsa da, yine de insanın içsel yolculuğunun, gerçek anlamda bağlantılar kurmasının önemine vurgu yapıyor.
İçsel Yolculuk: Dijital Maskelerin Ötesinde
Günümüzde insan olmanın en çetin yanlarından biri, dış dünyaya yansıttığımız yüz ile iç dünyamız arasında kurulan köprüyü sağlam tutabilmek. Sosyal medya platformlarında paylaştığımız mutlu anlar, başarı hikayeleri ve dikkat çekici yaşam kesitleri çoğu zaman gerçek benliğimizin sadece bir maskesini oluşturuyor. Fakat o maskenin ardında yatan karmaşık duygu ve düşünceler, dijital dünyanın sessizliğinde yankılanıyor.
Elif’in bir arkadaşı, uzun zamandır kendini keşfetmek amacıyla katıldığı bir mindfulness atölyesinden döndükten sonra şöyle anlatıyor: “Günümüzde hepimiz, dijital bir koşturmacanın içinde kaybolmuş durumdayız. Ancak insan olmak; sadece akıllı telefonlara bakmak değil, aynı zamanda ruhun derinliklerinde saklı kalan o unutulmuş duygulara yeniden ulaşabilmek demek.” Bu sözler, modern insanın kendi benliğiyle barışık olabilmesi için dijital dünyanın ötesine geçmesi gerektiğini hatırlatıyor.
Hikayelerin Gücü ve Toplumsal Bağlar
Bir başka örnek ise, şehir dışında küçük bir kasabada yaşayan Mehmet Amca’nın yaşamından alınabilir. Mehmet Amca, tüm hayatını dijital teknolojiden uzak, doğal ve sade bir yaşam sürdürerek geçirmiş biri. Her sabah köy meydanında komşularıyla sohbet eden, akşamları ise ateşin etrafında toplandığı hikayelerle dolu anılar paylaşan Mehmet Amca, teknolojinin sunduğu olanaklardan uzak kalarak insanın temel ihtiyaçlarını karşılıyor. Onun hikayesi, dijital dünyanın sunduğu olanaklardan faydalanmanın yanında, gerçek insan ilişkilerinin ve doğal yaşamın ne denli kıymetli olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu iki farklı yaşam tarzı – Elif’in koşturmacalı, dijital çağa entegre yaşamı ve Mehmet Amca’nın sakin, doğal yaşantısı – aslında günümüzde insan olmanın iki farklı yüzünü simgeliyor. Her ikisinde de ortak nokta, insanın özündeki duygusallık, samimiyet ve içsel huzur arayışı. Modern dünyanın karmaşası içinde, insan olmanın getirdiği en önemli sorumluluklardan biri, kendi benliğimizi, duygularımızı ve gerçek ihtiyaçlarımızı unutmadan yaşamaktır.
Sonuç: İnsanlığın Değişimi
Günümüzde insan olmak, sadece biyolojik bir varlık olmaktan çok daha öte bir anlam taşıyor. Teknolojinin hızla ilerlediği, sınırların giderek belirsizleştiği bu çağda, insanın ruhani ve duygusal yönlerini koruyabilmesi, en büyük başarılarından biri olarak öne çıkıyor. Her ne kadar dijital dünyanın sunduğu kolaylıklar hayatımızı renklendirse de, asıl değerli olan; o anlık durup, kendi içimize dönüp, kalbimizin sesini dinleyebilmektir.
Elif’in Boğaz’ın serin sularına bakarken yaşadığı o anlık sükunet, Mehmet Amca’nın samimi sohbetleri... İşte bu anlar, insan olmanın özünü oluşturuyor. Bizler, modern dünyanın getirdiği yenilikleri kucaklarken, unutmamalıyız ki, her teknolojik yenilik arkasında insanın duygusal zenginliği, derin düşünceleri ve yaşam sevinci yatar. İnsan olmak, her şeyden önce; yaşamın karmaşıklığı içinde bile, içimizdeki o saf ve gerçek duyguyu koruyabilmek demektir.
Bu bağlamda, modern insan olarak bizler, dijital dünyanın parıltısında kaybolmadan, kendi iç dünyamıza dönüp, gerçek anlamda kim olduğumuzu keşfetmeliyiz. Çünkü en nihayetinde, teknolojinin sınırlarını aşan bir gerçeklik var: İnsan olmanın özü, kalbimizde ve ruhumuzda saklı olan o bitmek bilmeyen umut ve sevgi kaynağıdır.
Not: Makalemizde ele alınan hikayeler ve karakterler, günümüz insanının yaşam tarzını ve modern dünyanın getirdiği paradoksları yansıtmak amacıyla örnek olarak sunulmuştur.
Yorum Gönder