Bir şeyin en kârlısı olduğu için yapılıp yapılmaması meselesi, insanın ahlaki duruşunu belirleyen temel meselelerden biridir. Kâr, insanın cebini doldurur ama vicdanını boşaltırsa, o insan ne kazanırsa kazansın kaybetmiştir.
Modern dünyada her şey bir hesap meselesine döndü. İnsanlar, doğruluk ve yanlışlık gibi kavramları bir kenara iterek, yalnızca getirisi en yüksek olanı tercih ediyor. “Bu bana ne kazandırır?” sorusu, “Bu doğru mudur?” sorusunun önüne geçmiş durumda. Oysa insan, yalnızca kâr hesaplarıyla hareket ettiğinde, kendi içindeki hakikati kaybeder.
İnsan olmak, doğru olanı seçme sorumluluğunu taşımaktır. Kâr için yaşayanlar, er ya da geç bir şeyleri feda etmek zorunda kalırlar: Ya vicdanlarını, ya itibarlarını, ya da en nihayetinde insanlıklarını…
Peki, bu ahlaki savrulmanın önüne nasıl geçeceğiz? Doğruyu savunmanın bedeli bazen ağır olabilir ama bir insan, ne pahasına olursa olsun, doğru olanı yapmak için yaşamalıdır. Çünkü…...doğru olanı seçmenin verdiği iç huzuru, geçici kazançların ötesinde saklıdır. Çünkü toplum, değerlerinin temelinde yatan dürüstlükle yükselir; bireyler, vicdanlarını korudukça, toplumun da vicdanı güçlenir.
Bu noktada her bireyin içsel hesaplaşması devreye giriyor. Sadece maddi kazanç için yaşamayı seçen insan, aslında ruhunun en derin yanlarından vazgeçiyor. Her adım, kalpte bir iz bırakıyor; o iz, zamanla vicdanın sarsılmaz aynası haline geliyor.
Şüphesiz ki, doğru olanı yapmak bazen acı verici olabilir. Toplumun gözünde “gerçekçi” olarak görülen o çıkarcı adımlar, aslında geleceğin en ağır bedelini ödetiyor. Bir insan ne kadar para kazansa da, ruhundaki eksiklikler, içsel bir boşluk yaratıyor. İşte bu yüzden, “Bunu yapıyorum, çünkü doğru olan bu” diyebilmek, ancak kendi iç hesaplaşmalarımızı dürüstçe yapabildiğimiz zaman mümkün olabilir.
Yalnızca bireysel değil, toplumsal bir sorumluluk olarak da karşımıza çıkan bu meselede; medyanın, siyasetçilerin, hatta eğitim sistemimizin bile bu değerlere dair farkındalığı artırması elzemdir. Çünkü geleceğin inşasında, öncelikle nesillerin kalbine dokunmak gerekiyor.
Sonuç olarak, doğru olanı yapmanın, kısa vadeli kazançlardan daha ağır ve uzun soluklu getirileri vardır. Her adımda, bir sonraki kuşağa bırakılan miras, bu seçimlerin sonucunu yansıtır. İşte bu yüzden, modern dünyanın hesap kitabı ne kadar karmaşık olursa olsun, insanın en nihayetinde seçim yapacağı yol, kalbin sesidir…
Yiyecek İçecek Dünyasında Hile ve Hesap Kitabı
Günümüz dünyasında, para kazanmanın her şeyden üstün tutulduğu bir ortamda, yiyecek ve içecek sektöründe de kâr hesapları ön plana çıkmaya başladı. Artık “Bunu yapıyorum, çünkü en kârlısı bu” söylemiyle hareket eden bazı üreticiler, aslında tüketici sağlığından, toplumsal güvenden ve en önemlisi insan onurundan ödün vermektedir.
Bir zamanlar lezzet, sağlık ve samimiyet temelleri üzerine kurulan bu sektör, artık hesap kitaplarına indirgeniyor. Yiyecek ve içecek hilesi yapanlar, ürünlerin içeriğini değiştirme, düşük kaliteli ve hatta zararlı maddeleri karıştırma yoluyla, maliyetleri düşürüp kârı artırmayı hedefliyor. Ancak bu durum, kısa vadede cebimize giren paranın yanında, uzun vadede toplumun sağlığını ve güvenini yitirmenin bedelini de beraberinde getiriyor.
Örneğin, zeytinyağında yapılan tağşiş uygulamaları, balın kalitesinin düşürülmesi veya süt ürünlerinde kasıtlı seyreltilmeler, tüketicilerin ne yediğinden ne içtiğinden emin olmasını engelliyor. Bu durum, hem bireysel hem de toplumsal bazda büyük bir yanılgıya neden oluyor. Çünkü, aslında “doğru olanı” yapmanın getireceği uzun soluklu kazanç, geçici ekonomik çıkarların çok ötesinde bir değere sahiptir.
Toplum olarak, her ne kadar ekonomik baskılarla şekillenen bir dünyada yaşam sürsek de, yiyecek ve içecek sektöründe etik ve güvenilirliğin savunulması, en temel insan haklarımızdandır. Tüketiciler, aslında en iyi denetçidir; satın aldıkları ürünlerde ne olduğunu sorgulamalı, aşırı ucuz olanı kuşku ile karşılamalıdır. Çünkü çok ucuz satılan bir ürün, çoğu zaman taklit ve tağşişli bir üründür.
Yiyecek içecek hilesi yapanların bu hesap kitabı ne kadar kârlı görünse de, aslında toplumsal adaletsizliğin, güven kaybının ve sağlığa yönelik risklerin tohumlarını ektiği de bir gerçektir. İnsanlık onuru, malı parayla ölçülemez.
Bu noktada, toplumun her kesiminden bireylerin, doğru olanı yapma iradesini koruması, üreticilerin etik değerlerine ve adil rekabet ilkesine saygı duyulması, geleceğimizin teminatıdır. Çünkü, yiyecek içecek sektöründe yapılacak her adım, aslında geleceğe bırakılan mirasımızı da şekillendirmektedir…
Ne yazık ki, sadece küçük çaplı işletmeler değil; dev markalar da kâr hırsının peşinden giderek, tüketici güvenini hiçe sayan etik dışı uygulamalara başvurmaktadır. Tarım ve Orman Bakanlığı'nın son günlerde kamuoyuna sunduğu sahte gıda listeleri, hile yapan firmaların boyutunu gözler önüne seriyor. Yüzlerce ürünün laboratuvar testleriyle taklit veya tağşiş edildiğinin tespit edildiği bu liste, sektörün ne kadar derinlere indiğinin bir göstergesi konumunda. Böyle bir durum, yalnızca bireysel tüketici sağlığını tehlikeye atmakla kalmıyor, aynı zamanda adil rekabet ortamını da kökten sarsıyor .
Ürünlerin aşırı düşük fiyatları, çoğu zaman alıcıları yanıltıcı bir izlenim yaratıyor. Düşük maliyetli üretim yöntemleriyle elde edilen ürünlerde, kaliteden ödün verilirken; etiketlerde “doğal”, “organik” veya “sağlıklı” gibi ifadeler kullanılarak aldatıcı pazarlama yapılabiliyor. Tüketiciler, fiyat ile kalite arasında var olan gerçek farkı ayırt edemediklerinde, aslında zararlı ve hileli ürünlere maruz kalmaya devam ediyorlar.
Öte yandan, dijital teknolojilerin ve yeni izlenebilirlik sistemlerinin (örneğin blockchain tabanlı çözümler) sektörde uygulanması umut vaat etse de, henüz yaygınlaşmış değil. Devletin ve özel sektörün ortak çabalarıyla oluşturulacak daha şeffaf bir denetim sistemi, bu tür etik dışı uygulamaların önüne geçmede kilit rol oynayacaktır .
Sonuç olarak, gıda sektöründeki bu hilekâr yaklaşımlar, yalnızca kâr hesaplarına indirgenmekle kalmıyor; toplumun sağlığını, güvenini ve üreticilerin itibarını da zedeliyor. Tüketiciler olarak, satın aldığınız her ürünün arkasındaki gerçekleri sorgulamanız, fiyatın cazibesine kapılmadan öncelikle kalite ve güvenlik kriterlerine dikkat etmeniz büyük önem taşıyor. Çünkü en iyi denetçi, aslında tüketicidir. Doğru olanı seçmek, kısa vadeli kârlardan ziyade uzun vadeli sağlık, adalet ve toplumsal güven demektir.
Yorum Gönder