YENİ BİR ADIM

Kapı ağır ağır ardına kadar açıldığında, piyanonun son notaları sanki eski bir kehanetin yankısı gibi odanın duvarlarından süzülüp dışarıya karıştı. Franz ve yabancı, o anın büyüsüne kapılmış, içsel yolculuklarının ilk adımını atmak üzere hazırlandılar. Kapının ardında, gecenin karanlığı, soğuk ve ıssız bir sokak; ama aynı zamanda belirsizliğin ve keşfin davetkâr yüzü uzanıyordu.

Dışarı adım attıkları anda, kar taneleri yavaşça düşerken, soğuk rüzgar yüzlerini okşadı. Şehrin sokakları, piyanonun salonunda yankılanan notaların aksine, acımasızca gerçekti. Her adım, karla kaplı kaldırımda yeni bir iz bırakıyor, aynı zamanda geçmişin ve geleceğin belirsizliğini hissettiriyordu. Franz, gözlerini gökyüzüne kaldırarak, "Belki de bu yol, uzun zamandır kaybettiğimiz bir parçayı bize geri getirecek," diye fısıldadı.

Yabancı, sessizce etrafı incelerken, "Dış dünya, içimizde hep var olan o kaybolmuş hikayeleri hatırlatıyor," dedi. "Her kar tanesi, sanki geçmişin tozlu sayfalarından kopup gelen bir anı gibi..."

İkili, dar sokaklardan, eski duvar yazıları ve unutulmuş tabelaların arasında ilerlerken, her köşe onlara yeni bir soru sormuş gibiydi. Şehrin labirentvari yolları, zamanın ötesine uzanır gibi görünüyordu; hem fiziksel hem de metaforik anlamda, kaybolmayı ve yeniden bulunmayı vaat ediyordu. Franz, "Belki de yolculuğumuzun asıl amacı, kendimizdeki o sessizliğe kulak vermek ve dış dünyanın gürültüsünden bağımsız olarak var olmaktır," diye düşündü.

Yavaş adımlarla yürürken, eski bir meydanda durdular. Meydanın ortasında, zamana meydan okurcasına duran bir çeşme vardı. Su akışı donma eşiğine yaklaşmış olsa da, yavaş ve istikrarlı bir şekilde akıyordu. Franz, çeşmenin kenarına yaklaşıp kendi yansımasına baktığında, adeta yılların yükünü, hüzün ve umut dolu anıları bir arada görüyordu.

Yabancı, Franz’ın düşünceli bakışlarını izledikten sonra, "Her adımda kendimizi biraz daha kaybedip, aynı zamanda yeniden buluyoruz," dedi. "Belki de, gerçek macera, dış dünyanın soğukluğuna rağmen içimizdeki sıcaklığı yeniden keşfetmektir."

Meydandan geçerken, sokak lambalarının titrek ışıkları, adeta eski bir filmin silüeti gibi duvarlara düşüyordu. Franz’ın aklında, yaşlı adamın sözleri hala yankılanıyordu:

"Şimdi, yolculuk gerçekten başlıyor."

Bu söz, hem bir başlangıç hem de bitmeyen bir arayışın davetiyesiydi. Dışarıdaki dünya, kendine has sırlarıyla ve bilinmezlikleriyle, onların içsel yolculuklarını dışa vurmasına izin veriyordu. Hangi yöne gideceklerini tam olarak bilmiyorlardı; haritalar eksik, yönler belirsizdi. Ancak her adım, kendi öykülerinin yazılacağı yeni bir sayfanın müjdecisiydi.

Yabancı, sessizliği bozan hafif bir esintiyle, "Dışarıdaki bu belirsizlik, aslında içimizdeki karanlıkları aydınlatmak için bir fırsat," dedi. Franz ise, derin bir iç çekişle, "Her kapının ardında bekleyen bir sır vardır. Belki de, biz de o kapılardan birini aralamaya geldik," diye yanıtladı.

Birden, sokakların arasından uzaklardan hafif bir müzik sesi geldi. İlk başta belirsiz, ardından giderek netleşen bu melodi, sanki karanlıkla dost olmuş bir rüzgarın taşıdığı eski bir ağıt gibiydi. Franz ve yabancı, birbirlerine bakarak, "Bu da bizim yolculuğumuzun bir parçası olmalı," diye düşündüler.

Yol, sadece içsel bir keşif değil, aynı zamanda dış dünyada atılacak adımların, beklenmedik karşılaşmaların ve silinmeye yüz tutmuş anıların izinde bir maceraydı. Her adımda, bilinmezliğin ve kaybolmuşluğun ötesinde, varlığın yeni bir anlamı saklıydı. Belki de en büyük zafer, dış dünyanın karlı sokaklarında, içimizde yankılanan piyanonun son notaları kadar sessiz, o kadar derin olacaktı.

Ve böylece, Franz ve yabancı, gecenin karanlığında, belirsizliğe doğru adım atarken, hem dış dünyadaki macerayı hem de kendi içsel serüvenlerini yeniden inşa etmeye başlamışlardı. Her adım, her nefes, yeni bir başlangıcın habercisiydi; yol, artık sadece gidenlerin değil, aynı zamanda yeniden doğanların da öyküsünü yazıyordu.

Gecenin Sessiz Fısıltıları

Franz ve yabancı, çeşmenin etrafındaki bankta otururken, gecenin soğukluğuna rağmen kalplerinde ısınan bir umut taşıyorlardı. Meydanın sessizliği, bir zamanlar unutulmuş hikayelerin yankısı gibiydi; her köşeden, her esen rüzgârdan, geçmişin fısıltıları geliyordu.

Derin bir nefes alan Franz, sessizliğin arasında adeta kendi iç sesini dinler gibi konuştu:

“Her kayboluş, içsel bir arayışın başlangıcıdır. Biz ne kadar yitik görünsek de, aslında yolumuzda saklı olan o ufak bir kıvılcım var; bu kıvılcım, yeniden doğuşumuzun müjdecisidir.”

Yabancı, gözleri uzaklara dalmış bir halde, yavaşça ekledi:

“Dış dünyanın soğukluğu, içimizdeki ateşi söndüremez. Her kar tanesi, ruhumuzdaki acıların yanı sıra umutlarımızın da bir yansımasıdır. Kaybolduğumuzu sandığımız anlarda, aslında kendimizi buluruz.”

Sözcükler havada asılı kalmış, meydanın loş ışıkları altında neredeyse mistik bir ağıt gibi yankılanıyordu. O sırada, meydanın köşesinden ince bir siluet beliriverdi. Yavaş adımlarla yaklaşan yaşlı bir kadın, zarif ama kararlı adımlarla bankın yanına oturdu. Yüzündeki çizgiler, yaşamın derinliklerini ve yılların getirdiği bilgeliği anlatır gibiydi.

Kadın, alçak ve sıcak bir sesle sordu:

“Gecenin sessizliğinde, kalplerinizin derinliklerindeki sesi duyabiliyor musunuz?”

Franz ve yabancı, birbirlerine bakarak bir anlık sessizliğe daldılar. Ardından yabancı, hafifçe başını eğerek yanıtladı:

“Evet… Bazen bu ses, bir fısıltı gibi gelir; öyle narin ve kırılgandır ki, ancak en dikkatli dinleyenin kulağına çalınır.”

Yaşlı kadın, gözlerinde derin bir bilgelik pırıltısıyla, ellerini nazikçe havaya kaldırdı:

“İşte o, en gerçek ses budur. Dış dünya size ne kadar sert davranırsa davransın, asıl yolculuk, iç dünyanızda saklı olan o ince sesin izinde başlar. Kapılar, sizin açılmayı bekleyen sırlarla doludur. Kendinizi bulmak, kaybolmayı kabul etmekle mümkündür.”

Kadının sözleri, sanki gecenin sessizliğine karışan bir melodi gibi yüreklerine işledi. Franz, o an kendisini bir kez daha geçmişin ve geleceğin arasında, varoluşun anlamını sorgulayan sayısız yolcu arasında bulduğunu hissetti. Yabancı ise, o sıcak bilgelik dolu bakışlarda kendi yansımasını gördü.

Derin bir iç çekişle Franz ayağa kalktı:

“Belki de, yolculuğumuzun asıl anlamı, bu anı yaşamaktır. Dış dünyanın belirsizliği içinde, içimizdeki sesi dinleyerek yeniden doğmak… Her adım, kayboluşumuzun ötesinde bizi biz yapan bir iz bırakır.”

Yabancı da ayağa kalktı, gözlerinde kararlılık ve hafif bir tebessümle:

“Her şeyin bir sonu yoktur; her kapanan kapı, ardında yeni bir başlangıcın anahtarını saklar. Bu gece, dışarının soğukluğunda kaybolan anılar, içimizde yeniden filizlenecek.”

Yaşlı kadın, yavaşça kalktıktan sonra onlara son bir kez baktı; sözleri, sessizliğin en derin noktasında yankılanmaya devam etti. Ardından, ince bir adım atarak karanlığa doğru kayboldu.

Franz ve yabancı, meydanın kenarından yeniden kalkıp yola devam ettiler. Şehrin terk edilmiş sokakları, onların adımlarını, geçmişin izlerini ve geleceğin belirsiz umutlarını sessizce karşılıyordu. Her adımda, kalplerinde yavaşça büyüyen o içsel ateş, dış dünyanın en soğuk kış gecesinde bile yolunu aydınlatacaktı.

Gecenin sessiz fısıltıları, artık onların en sadık yol arkadaşı olmuştu. Ve o an, belki de her şeyden önce, gerçek maceranın; kaybolmaktan korkmadan, kendini bulmanın mümkün olduğuna dair sessiz bir söz verildiğini hissettiler.

Yol, uzun, belirsiz ve büyülüydü; ama her adım, onların var oluşunun en özgün parçasını yeniden yazıyordu.

Ve böylece, karanlık sokakların ve sessiz meydanın ardından, Franz ve yabancı, bilinmezliğe doğru emin adımlarla ilerlemeye devam ettiler. Her bir adım, hem dış dünyada hem de içlerinde, kaybolmuşluğun ötesinde bir yeniden doğuşun müjdecisi olarak yankılanıyordu.

Gündoğumuna Doğru

Soğuk gecenin ardından, ufuk çizgisine yavaşça işleyen ilk ışık huzmeleri, Franz ve yabancının adımlarını nazikçe yönlendirdi. Karanlığın derinliklerinde kaybolan izler, sabahın umut dolu vaadini fısıldamaya başlamıştı. Şehrin dar sokakları, sessizliğin ardındaki derin anlamı, eski yaraların ve unutulmuş umutların yansımalarını taşıyordu.

Franz, başını gökyüzüne kaldırarak içsel bir nefes aldı:

“Her kayboluşun ardından, yeniden doğuşun bir umudu saklıdır. Biz, en karanlık anlarımızda bile, içimizde parlayan o küçük ışığı fark edebiliriz.”

Yabancı, sessizliğin içinde düşüncelere dalmış halde yanıtladı:

“Belki de en büyük zafer, kendimizi yeniden bulabilmektir. Gece ne kadar uzun ve yalnız olsa da, şafak usulca gelir; kaybolan parçalar, sabahın ilk ışıklarıyla yeniden şekillenir.”

İkili, karla kaplı kaldırımlardan yürürken, eski binaların solmuş duvarları üzerinde beliren yazıtlar adeta yaşamın unutulmuş hikayelerini anlatıyordu. Bir anda, dar bir sokağın sonunda, yosun tutmuş eski bir kapı belirdi. Franz, bu kapının önünde durup hafifçe eğildi; sanki kapı, onlar için saklanmış gizli bir sır gibi çağırıyordu.

Yabancı, tereddüt etmeden kapıya dokundu. Kapı, yılların ağırlığını taşıyan ahşabın gıcırtısıyla aralandığında, içeriden yayılan sıcak bir ışık ve hafif bir müzik sesi, dış dünyanın soğukluğunu geride bırakmaya yetecek kadar davetkârlıydı. İçeri girdiklerinde, duvarlarda solmuş hatıralar, eski el yazmaları ve unutulmuş anıları taşıyan nesneler onları karşıladı; her biri, yaşamın kırılganlığını ve yeniden var olma umudunu anlatıyordu.

Odaların birinden, yıpranmış bir günlük dikkatlerini çekti. Sararmış sayfaları arasında, el yazısıyla kaleme alınmış şu satırlar yer alıyordu:

"Karanlık gecelerde kaybolan ruhlar, aslında sabahın aydınlığında yeniden doğarlar. Her kayboluş, bir arayış; her arayış, bir yeniden bulunmadır."

Franz, günlüğün sayfalarını karıştırırken, sanki kendi içsel yolculuğunun notalarını okurcasına derin bir anlam yakaladı. Yabancı ise, sessizce ona bakarak, geçmişin izlerini ve geleceğin belirsizliğini aynı anda okşayan bir gülümseme paylaştı.

"Bu yolculuk," dedi Franz usulca, "sadece kaybolmakla değil, kaybettiğimiz parçaları yeniden keşfetmekle ilgilidir. Her adım, içimizdeki o ince sesi, sessiz fısıltıyı dinleyişimizin bir göstergesidir."

Yabancı, hafif bir tebessümle ekledi:

“Dış dünyanın her soğuğu, aslında içimizde yanan ateşi daha parlak göstermeye yeter. Kaybolmuşluk, sadece yeniden bulunmayı bekleyen bir geçiştir.”

Gün ışığı, eski binanın pencerelerinden süzüldükçe, içerideki tozlu havada gizlenmiş umut parçaları, yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. İkili, binadan ayrılıp dışarı çıktığında, şehrin sokakları artık eskisinden farklı, adeta yeniden doğmuş gibiydi. Her kar tanesi, her hafif esinti, içsel melodilerinin bir parçası gibi yankılanıyor; geçmişin izleri, sabahın temiz ışığıyla silinip, yerini yeni hikayelere bırakıyordu.

Franz ve yabancı, adımlarını karla kaplı, fakat artık daha ılık kaldırımlara doğru yönlendirirken, içlerinde tarifsiz bir huzur hissediyordu. O an, geçmişin karanlık yankılarıyla dolu yolculuklarının, yeni bir başlangıcın habercisi olduğunu idrak ettiler. Çünkü gerçek macera, yalnızca dış dünyanın soğuk ve belirsiz sokaklarında kaybolmak değil, aynı zamanda kendi iç dünyamızın derinliklerinde saklı olan o kıymetli sesi keşfetmektir.

Ve öylece, gündoğumunun ilk ışıkları altında, Franz ve yabancı, hem dış dünyadaki hem de içlerindeki kaybolmuşlukları, yeniden bulunma umuduyla harmanlayarak, varlıklarının en özgün öyküsünü yazmaya devam ettiler. Her adım, her nefes, onlara hatırlatıyordu:

"Kaybolmak, yeniden bulunmanın başlangıcıdır."

Yeni Ufuklara Doğru

Gündoğumunun solgun ışıkları şehrin dar sokaklarını nazikçe aydınlatırken, Franz ve yabancı, o unutulmaz geceden kalan izlerle yeni bir günün davetini kabul etmiş gibiydi. Eski binanın ardında kalan anılar, geride bırakılan yarım kalmış hikayeler, şehrin sokaklarına, meydanlarına sinmiş; her köşe, her adım, geçmişin sessiz fısıltısını taşırken, geleceğin belirsiz umutlarını da içinde barındırıyordu.

İkili, eski taş kaldırımlar üzerinde yürürken, zamanın akışıyla yarışan bir melodiyi andıran ayak seslerinin ritmiyle derin düşüncelere daldı. Franz, pencereden süzülen hafif sisin arasında yükselen minik dumanı izlerken, içinden şöyle dedi:

"Her gün, yeni bir sayfa gibi açılıyor karşımızda. Gece boyunca kaybolan parçalar, sabahın ilk ışıklarıyla yeniden anlam buluyor; her adım, hem geçmişi hem de geleceği bizlere fısıldıyor."

Yabancı, derin bir sessizlik içinde etrafı incelerken, uzaklarda, şehrin gürültülü kalabalığından henüz uyanmamış bir parkın kenarında yosun tutmuş bir bankta oturan birkaç insanı fark etti. Onların yüzlerinde, geceyle beraber yıpranmış hüzünlerin ve ama yine de içlerinde taşıdıkları bir umudun izlerini okuyabiliyordu.

"Belki de," dedi yabancı usulca, "bu park, kaybolmuş ruhların yeniden bulunma çabalarının, sessiz mücadelelerinin izlerini taşıyor. Her soluk, her bakış, yeniden doğuşun habercisi."

Yolculukları, bir anda yön değiştiren, gözleri eski bir duvar yazısına takılan bir anda, başka bir maceranın eşiğine getirdi onları. Duvarın üzerine işlenmiş kelimeler, adeta bir zaman yolculuğunun şifresi gibiydi:

"Her kayboluş, yeniden bulunmanın başlangıcıdır. Karanlıkta savrulanlar, sabahın ilk ışıklarıyla kendilerini yeniden keşfeder."

Franz, bu yazıtı okurken yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. "Dış dünyanın her soğukluğu, aslında içimizde yanıp sönen o sıcak ateşi daha belirgin kılar. Kendi benliğimizde kaybolduğumuz zaman, eninde sonunda hangi parçayı yeniden inşa edeceğimizi de öğreniriz."

Birden, uzaklardan, belki de rüzgârın hafif uğultusuyla karışan bir keman sesi duyuldu. Ses, şehrin diğer ucunda, eski bir kafenin penceresinden süzülerek geliyordu. İkili, o melodinin peşine düştü; dar sokaklardan, caddelerin arasında ilerlerken, her adımda bu sesin onlara başka dünyaların kapılarını araladığını hissetti.

Kafenin içine girdiklerinde, loş ışıklar, sıcak kahve kokusu ve ahşap masaların arasında, genç bir kemancı, gözlerini kapatmış, hüzün ve umut arasında salınan notalarla kederli bir ağıt çalıyordu. Franz, masanın kenarına doğru yaklaştı, sesin içine karışan bu duyguyu dinlerken, kalbinin derinliklerinde bir yankı buldu:

"Belki de en büyük macera, dış dünyanın soğuk gerçekleriyle yüzleşirken, kendi içimizde saklı olan o kırılgan melodiyi yeniden hatırlamaktır."

Kemanın nağmeleri, geçmişin yarım kalmış öykülerini ve geleceğin henüz yazılmamış satırlarını andırıyordu. Yabancı, kemancının çaldığı her notada, kendi kayboluşunun ve yeniden bulunuşunun izlerini görüyordu.

"Bu müzik," diye fısıldadı, "dış dünyanın belirsizliğinde, içsel huzurumuzun en gerçek yansımasıdır."

Kafenin penceresinden dışarıya baktıklarında, sokaklar artık eski yaraların yerini yeni umutlarla doldurmuş gibiydi. Güneş, gökyüzünde yavaşça yükseliyor, şehrin üzerini altın sarısı bir ışıkla kuşatıyordu. O an, Franz ve yabancı, yaşamın ne kadar karmaşık, ne kadar iniş çıkışlı olursa olsun, her yeni günün aslında kaybolan benliklerin, unutulan öykülerin ve kırık kalplerin yeniden onarıldığı, yeniden doğduğu bir zaman dilimi olduğunu derinlemesine idrak ettiler.

Franz, derin bir iç çekişle ekledi:

"Biz, dış dünyada her adımımızı atarken, aslında kendi iç dünyamızın haritasını da çiziyoruz. Belki de en büyük macera, bu iki dünyanın – dış ve iç – arasındaki sessiz köprüde, kaybolmaktan korkmadan yol almaktır."

Yabancı, Franz’ın sözlerini onaylarcasına hafifçe gülümsedi. O an, dış dünyanın gürültüsünde saklı, ancak içimizde yankılanan o sessiz melodinin gücünü yeniden keşfetmişlerdi. Artık, her adımda, her nefeste, geçmiş

Sessiz Adımlar

Güneş, ufuk çizgisinin ardında yavaşça yükselirken, şehrin uyanışına tanıklık eden Franz ve yabancı, yeni bir günün sessiz adımlarını atmaya devam ediyordu. Her adım, geçmişin yaralarını hafifçe sarmaya, geleceğin belirsizliğine umutla dokunmaya benziyordu. Karla kaplı kaldırımların üzerinde yürürken, ayak izleri kendiliğinden kayboluyor; tıpkı unutulmuş anıların yavaşça silinip yerine yenilerinin yazılması gibi.

Franz, bir an durup, yüzüne düşen solgun ışıkları izlediğinde, içsel bir sükûnetin getirdiği huzuru derinden hissetti.

"Bazen," dedi, neredeyse fısıldayarak, "her kayboluş, aslında kendimizle yeniden buluşmanın habercisidir. Gece boyunca taşıdığımız o karanlık, gün ışığıyla birlikte eriyip, bizi yeniden şekillendirir."

Yabancı, omuzlarını hafifçe silkerken, sessizce etrafına bakındı. Uzaklardan yükselen kuş cıvıltıları ve rüzgârın hafif uğultusu, sanki eski yaraları iyileştiren nazik bir melodi gibiydi.

"Dış dünyanın soğuk yüzü," dedi, "içimizde yanan ateşi daha da belirgin kılıyor. Her yeni adımda, bu ateşi biraz daha yakından hissediyoruz. Sanki her yürüyüş, kayıp parçalarımızı yeniden araya koyuyor."

İkili, şehrin eski bir sokağına saptığında, yıkık dökük binaların arasında asılı kalmış, geçmişe ait izlerin silinmemiş izlerini fark etti. Duvarlarda solmuş grafiti, unutulmuş aşk hikayelerini, yitip gitmiş umutları anlatır gibiydi. Bir duvar yazısında, basit ama etkileyici bir cümle yer alıyordu:

"Yol, yalnızca adımların değil, kalbin de izinde yürünür."

Bu söz, Franz’ın iç dünyasında yankılandı. Bir an için gözleri doldu; belki de kendi varoluşunun en derin anlamı, tüm bu kaybolmuşluklar ve yeniden doğuşlarla örülüydü.

"Her adımımız," diye ekledi, "bize varlığımızı, acılarımızı ve umutlarımızı hatırlatıyor. Belki de en büyük macera, dış dünyanın karmaşası içinde kendi içimize doğru yaptığımız sessiz yolculuktur."

Birden, dar sokağın sonundaki eski bir kapı dikkatlerini çekti. Kapı, yıpranmış ama hâlâ dimdik duran ahşap bir yapıydı. Üzerinde geçmişin dokunuşlarını taşıyan o ince oyma desenler, Franz ve yabancının merakını cezbetmişti. İçeriden hafif bir ışık sızıyor, kapının ardında bilinmez bir sıcaklık vadediyordu.

Franz, tereddüt etmeden kapıya yaklaştı.

"Her kapı, yeni bir başlangıcın eşiğidir," diye mırıldandı.
"Belki de bu kapı, uzun zamandır aradığımız o kaybolmuş parçayı içinde saklıyordur."

Yabancı, arkadan ona eşlik etti. Kapının tokmağı, soğuk ahşabı yumuşak bir dokunuşla karşıladı. Kapı ağır ağır aralanırken, içeriden yayılan sıcak ışık ve hafif bir müzik sesi, dış dünyanın sert soğukluğundan tamamen farklı, sanki başka bir dünyaya ait davetkâr bir melodi sunuyordu.

İçeri adım attıklarında, geniş, loş bir koridor ve duvarları süsleyen eski portreler karşısına çıktı. Her portre, bir zamanların unutulmuş yüzlerini, anlatılmamış hikayeleri barındırıyordu. Koridorun sonunda, hafifçe titreyen bir mum ışığı altında, masanın üzerinde açılmış bir defter duruyordu. Defterin sararmış sayfaları, el yazısıyla kaleme alınmış öyküler, umutlar ve hüzünler taşıyordu.

Franz, deftere doğru eğildi ve sayfalardan birini dikkatlice okudu:

"Kaybolanlar, her adımda kendilerini yeniden keşfeder. Her kapı, karanlığın ardında saklı olan bir sırrın anahtarıdır. Ve biz, yolun kendisinde kaybolurken, sonunda en derin benliğimizi buluruz."

Yabancı, Franz’ın okuduğu satırlara sessizce eşlik etti. O an, kalplerinde içsel bir aydınlanma yaşanıyordu; dış dünyanın karmaşası, bu eski defterin satırlarında yavaşça eriyip, yerine yeni umutlar ve anlamlar bırakıyordu.

İkili, defteri kapatıp, bu yeni mekânın sunduğu sessiz sığınağa bir süre daha daldılar. Belki de bu an, sadece bir mola, içsel yolculuklarının yeniden toparlandığı, kendilerini tazeleme anıydı. Fakat her şey, bu sessiz duraklamanın ötesinde, yeni ufuklara, bilinmeyen maceralara doğru bir adım atmayı bekliyordu.

Yavaşça, koridorun sonunda beliren geniş bir pencereden dışarı baktıklarında, şehrin uyanışını, sokaklarda yükselen ilk kuş cıvıltılarını ve uzakta beliren ufuk çizgisini izlediler.

"Belki de," diye fısıldadı yabancı, "gerçek macera, yalnızca içimizde saklı olan sesi dinleyip, o sesi dış dünyaya yansıttığımızda başlar. Her adım, her kapı, her satır, bizim varoluşumuzun sessiz çığlıklarıdır."

Franz, hafif bir tebessümle başını salladı.

"Ve biz, her kayboluşumuzda yeniden bulunmanın, her karanlık gecede yeni bir şafak sökmesinin izindeyiz. Yolumuz, belki de sonsuzluğa açılan bir kapıdır."

Sessiz adımlar, bilinmezliğin içinde yeni izler bırakırken, Franz ve yabancı, bu mekânda edindikleri küçük anları yüreklerine kazıyarak, yeniden dış dünyaya doğru yola çıktılar. İçlerindeki aydınlık, artık dış dünyanın her soğuğuna meydan okurcasına parlıyor; her adımda, kendi öykülerini sessizce, ama kararlı bir şekilde yazıyorlardı.

Ve böylece, eski kapının ardında başlayan bu yeni serüven, onları hem içsel hem de dışsal dünyalarının en derin köşelerine doğru sürüklemeye devam etti… 


Post a Comment