KAYBOLMAK VE BULMAK

Franz ve yabancı, sokaklara adım attıklarında, kar altındaki taş yolların bile değişmiş gibi göründüğünü fark ettiler. Dünya, içerideyken yalnızca bir tahminden ibaretti. Şimdi ise, soğuk, gerçek ve davetkârdı. Kar taneleri havada savruluyor, loş sokak lambalarının ışığında parıldıyordu.

"İçsel huzuru bulduk diyelim," dedi yabancı, ceketini sıkıca kapatarak. "Ama macera sadece bulmaktan mı ibaret? Ya kaybolmak da yolun bir parçasıysa?"

Franz gülümsedi. "Belki de asıl yolculuk, kaybolmaya cesaret etmekle başlar. Kendini kaybetmeden, gerçekten kim olduğunu bilemezsin. Ve bazen dış dünya, bize yolumuzu göstermek yerine, onu sorgulamamızı ister."

Yabancı bir an durdu, gözlerini karanlığa dikti. "Ya yolumuzu hiç bulamazsak?"

Franz duraksadı. Cevabı bilmiyordu. Ya da belki biliyordu ama dile getirmek istemiyordu. Çünkü kaybolmak, başlı başına bir arayıştı. Ve arayışın kendisi bazen hedeften daha önemliydi.

"Bazı insanlar kaybolmayı bir son olarak görür," dedi Franz, ağır adımlarla yürümeye devam ederek. "Ama belki de bu, yeni bir başlangıcın ilk adımıdır."

Kar altındaki sessiz sokaklar, ayak izlerini hızla örtüyordu. Sanki attıkları her adım, geride bir boşluk bırakıyordu. Ve bu boşluk, yeni bir anlamın doğuşunu bekliyordu.

"Sence, nereye gidiyoruz?" diye sordu yabancı.

Franz omuz silkti. "Bilmem. Belki bir yere gitmiyoruzdur. Belki de yolun kendisi, varacağımız yerden daha önemlidir."

Sokakların arasından ilerlerken, karşılarına eski bir köprü çıktı. Altından geçen nehir, donmuş gibi duruyordu, ama hafifçe çatırdayan buz, hala akışın devam ettiğini fısıldıyordu.

Yabancı, köprünün kenarına yaslanıp aşağıya baktı. "Bazen, her şeyin durduğunu sanırsın," dedi sessizce. "Ama aslında, her şey harekettedir. Biz bile, şu an bir yere gidiyor olabiliriz, fark etmeden."

Franz, nehirdeki buzun hafifçe titreştiğini gördü. "O zaman belki de asıl mesele, hareketin farkında olmaktır. Bir şeyin içinde kaybolduğunda, onun bir parçası olduğunu fark etmek gerekir."

Yabancı, Franz’a döndü ve gözlerinin içine baktı. "Bu yüzden mi buradayız?"

Franz başını salladı. "Bilmiyorum. Ama belki de gerçekten kaybolmanın ne demek olduğunu anlamak için, dışarı çıkmak zorundaydık."

İkisi de bir süre sessiz kaldılar. Karın altında, geceye doğru yürümeye devam ettiler. Attıkları her adım, bir soru işareti gibi sokaklarda yankılanıyordu. Ama belki de en büyük cevap, hala arıyor olmaktı.

Ve belki de, bu macera gerçekten yeni başlıyordu.

KAYBOLUŞUN ÖTESİNDE

Franz ve yabancı, köprüden ayrılıp bilinmezliğe doğru yürümeye devam ettiler. Şehrin sokakları sessizdi. Sadece uzaktan yankılanan ayak sesleri, varoluşlarını hatırlatıyordu. Kaybolmuş gibi görünüyorlardı ama içlerinde bir şeyler değişmeye başlamıştı.

"Kaybolduk mu gerçekten?" diye sordu yabancı. "Yoksa sadece yolun bir noktasında, nereye gittiğimizi bilmeden yürüyor muyuz?"

Franz bir an düşündü. "Belki de kaybolmak, her zaman kötü bir şey değildir. Çünkü bazen, kaybolarak kendimizi buluruz."

Sokak lambalarının ışığında ilerlerken, eski bir kitapçının önünden geçtiler. Vitrin, zamanın içinde donmuş gibi duruyordu. İçeride ise, eski raflar, tozlu kitaplarla doluydu.

"Buraya girmeliyiz," dedi yabancı.

Franz, bir an tereddüt etti ama sonunda başını salladı. Kapıyı itip içeri girdiklerinde, eski ahşap kokusu onları karşıladı. Raflar boyunca ilerlerken, bir masanın başında oturan yaşlı bir adam onlara baktı.

"Yolunuzu mu kaybettiniz?" diye sordu adam, gözlerini kitaptan kaldırmadan.

Franz gülümsedi. "Belki de kendimizi arıyoruz."

Yaşlı adam, bir an düşündü, sonra ağır ağır konuştu: "O zaman doğru yerdesiniz. Çünkü kitaplar, insanın içindeki kaybolmuş yolları aydınlatır."

Yabancı, raftan rastgele bir kitap çekti ve sayfalarını karıştırmaya başladı. Kitapta, bir cümle dikkatini çekti:

"Bazı yollar, sadece kaybolmayı göze alanlar içindir."

Gözlerini Franz'a kaldırdı. "Sanırım bu gece gerçekten doğru yoldayız."

Franz, hafifçe gülümsedi. Belki de kaybolmak, gerçekten bir son değil, yeni bir başlangıçtı.

GECE VE KEŞİF

Yabancı, elindeki eski kitabın sararmış sayfalarına göz gezdirdi. Her kelime, bir çağrı gibi görünüyordu—kayıpların ve keşiflerin çağrısı. Franz, karşısındaki yaşlı adamın bakışlarını yakaladı. Adam, kitapların arasından bir gölge gibi süzülüyordu, sanki zamandan bağımsız bir varlık gibi.

“Bazı yollar, sadece kaybolmayı göze alanlar içindir.”

Bu cümle, yabancının zihninde yankılanmaya devam etti. Peki ama, gerçekten kaybolmayı göze almışlar mıydı? Yoksa bir yön arayışı içindeler miydi?

Yaşlı adam, raftan bir kitap çekip masaya bıraktı. Toz, havaya kalktı, ışığın içinde dans etti.

“Her yol, kendine bir yolcuyu seçer,” dedi adam, Franz’a bakarak. “Siz, şu an hangi yolun yolcususunuz?”

Franz, derin bir nefes aldı. “Sanırım hala yoldayız. Nereye vardığımızı bilmeden yürümeye devam ediyoruz.”

Yaşlı adam başını salladı. “Belki de asıl mesele, varacağınız yeri bilmemek ama yine de yürümektir.”

Yabancı, kitabı kapattı ve rafın arasına geri koydu. Sonra Franz’a döndü. “Burada daha fazla kalamayız. Yol bizi çağırıyor.”

Franz, adamın yüzündeki belli belirsiz gülümsemeyi fark etti. “Evet, yürümeye devam etmeliyiz.”

Kapıdan dışarı adım attıklarında, gece daha da kararmıştı. Kar taneleri, havada usulca süzülüyordu. Şehir sessizdi, ama bu sessizliğin içinde yankılanan bir şey vardı—bir çağrı, bir bilinmezliğin sesi.

Yabancı, sokakta ilerlerken başını gökyüzüne kaldırdı. “Sence gerçekten kaybolduk mu, Franz?”

Franz duraksadı, sonra hafifçe gülümsedi. “Belki de ilk kez gerçekten doğru yerdeyiz.”

Ve ikisi de, bilinmeyene doğru yürümeye devam etti. Çünkü bazı yollar, sadece yürümeyi seçenler içindir.

YOLUN KENDİSİ

Franz ve yabancı, karanlık sokaklarda yürümeye devam etti. Soğuk hava, nefeslerini görünür kılıyor, ayak izleri çabucak karın içinde kayboluyordu. Şehir, gölgelerle dolu bir labirent gibi görünüyordu; yollar birbirine karışıyor, hiçbir yön kesin bir varış noktası sunmuyordu.

“Bir haritamız yok,” dedi yabancı, durup çevresine bakarak.

“Çünkü bazı yolculuklar haritayla yapılmaz,” diye yanıtladı Franz. “Sadece ilerlersin ve yol seni bir yere götürür.”

Loş bir sokak lambasının altında, duvara asılmış eski bir harita gördüler. Ancak harita yırtıktı, yer isimleri silinmişti. Sadece bazı yollar belirgindi ama nereye çıktıkları belli değildi.

Yabancı eliyle haritaya dokundu. “Bu harita, bizim gibi,” dedi sessizce. “Eksik, tamamlanmamış, belirsiz… Ama yine de içinde yollar var.”

Franz, haritaya uzun uzun baktı. “Belki de önemli olan yolun tamamı değildir,” dedi, gözlerini yabancıya çevirerek. “Belki de sadece bir sonraki adımı bilmektir.”

O anda, uzaklardan bir melodi duyuldu. Hafif ama kararlı bir piyano sesi… Sanki birisi, gölgelerin arasından onlara sesleniyordu.

“Bizi çağırıyor,” dedi yabancı.

Franz başını salladı. “Öyleyse yürümeye devam edelim.”

Ve ikisi de melodinin peşinden gitti. Çünkü bazı yollar, yalnızca onları takip edenler için anlam kazanır.

MELODİNİN PEŞİNDE

Piyano sesi, geceyi yaran bir fısıltı gibi sokaklara yayılıyordu. Franz ve yabancı, sesin kaynağını arayarak dar sokaklardan geçtiler. Kar, ayaklarının altında hafifçe eziliyor, sokak lambalarının titrek ışığında gölgeleri uzuyordu.

“Bu ses… Tanıdık gibi,” dedi yabancı, dikkat kesilerek.

Franz başını salladı. “Ama nereden geldiğini bilmiyoruz. Belki de bir anıya dokunuyor, geçmişten gelen bir yankı gibi.”

Ses giderek netleşti. Nihayet, köhne bir binanın önünde durdular. İçeriden süzülen loş ışık, pencerelerin arasından sızıyordu. Ahşap kapının önünde durup birbirlerine baktılar.

“Girelim mi?” diye sordu yabancı.

Franz hafifçe gülümsedi. “Bazı kapılar, sadece açmayı göze alanlar içindir.”

Kapıyı ittiler ve içeride, yıllardır unutulmuş gibi görünen bir piyano salonuna adım attılar. Ahşap zemin gıcırdadı. Tozlu avizeler tavandan sarkıyor, duvarları eski resimler süslüyordu. Ortada, siyah bir piyano duruyordu ve başında yaşlı bir adam, parmaklarını tuşların üzerinde gezdiriyordu.

Adam, onların geldiğini fark edince başını kaldırdı. “Sonunda geldiniz,” dedi, sesi zamanın içinden süzülüyormuş gibi.

Yabancı şaşkınlıkla Franz’a döndü. “Bizi bekliyor muydu?”

Franz, adamın gözlerinin derinliklerine baktı. Orada bir tanışıklık vardı. Geçmişten gelen, belki de hiç hatırlamadığı bir bağ.

“Biz mi onu bulduk, yoksa o mu bizi çağırdı?” diye fısıldadı Franz.

Yaşlı adam hafifçe gülümsedi ve piyanonun başında yer açtı. “Müzik, kaybolan ruhları birbirine bağlar,” dedi. “Eğer gerçekten bir yol arıyorsanız, dinlemeye devam edin.”

Ve parmaklarını tuşlara dokundurdu. Melodi, odanın içinde yankılandı. Franz ve yabancı, farkında olmadan bir sırrın eşiğinde olduklarını hissettiler.

Bazen yol, seni bekleyen bir şarkıdır. Ve bazı melodiler, ancak doğru an geldiğinde duyulabilir…

MELODİNİN ARDINDAKİ SIR

Yaşlı adamın parmakları tuşların üzerinde dans ettikçe, piyano salonu bir zaman kapsülü gibi hissettirdi. Müzik, odanın içindeki tozlu havaya karışarak geçmişi canlandırıyor, unutulmuş anıları hatırlatıyordu. Franz, melodinin içindeki tuhaf bir tanıdıklık hissini fark etti. Sanki bu parçayı bir yerlerde duymuştu—ya da bir zamanlar kendisi çalmıştı.

“Bu şarkı…” diye mırıldandı. “Bunu biliyorum.”

Yaşlı adam başını kaldırdı. “Elbette biliyorsun. Çünkü bu, senin şarkın.”

Franz bir adım geriledi. “Ben… Ben hiç piyano çalmadım.”

Adam hafifçe gülümsedi. “Gerçekten mi? Yoksa çalmadığını mı sandın?”

Yabancı, sessizce olanları izliyordu. Odanın içindeki hava değişmişti. Franz, bir an başını eğdi ve piyano tuşlarına dokundu. Elleri titriyordu ama dokunuşu doğaldı, sanki yıllardır bu ana hazırlanıyormuş gibi.

Ve sonra, parmakları bilinçsizce hareket etmeye başladı. Bir nota, sonra bir diğeri… Derken, yaşlı adamın başlattığı melodiyi devam ettirdi.

“Bu nasıl mümkün olabilir?” diye fısıldadı yabancı.

Yaşlı adam, huzur dolu bir ifadeyle Franz’a baktı. “Çünkü bazı anılar, zihinde değil, ellerde saklıdır.”

Franz, gözlerini kapattı ve melodinin içine daldı. Çocukken duyduğu bir ninni, kaybolmuş bir anı, unutulmuş bir hikaye… Hepsi, tuşların arasından dökülüyordu. Müzik, yılların ve kaybolmuş yolların ötesinden yankılanıyordu.

Ve o an anladı. Kaybolmuş değildi. Yol, onu başından beri buraya getirmişti.

Yabancı, Franz’ın ellerine baktı, sonra yaşlı adama döndü. “Peki şimdi ne olacak?”

Adam, hafifçe başını eğdi. “Şimdi, yolculuk gerçekten başlıyor.”

Ve piyanonun son notası, odanın içinde süzüldü—tıpkı bir kapının açılışı gibi.

Devamı 

Post a Comment