Düşünmek Zor, Takip Etmek Kolay: İnsan Zihninin Sürüklenişi

Bir sabah, Ali kahvesini eline aldı ve balkona çıktı. Güneş yavaş yavaş doğarken, sokakta ilerleyen insanları izliyordu. Herkes bir yere yetişme telaşındaydı. İşe gidenler, okul servisine koşan çocuklar, elinde telefonla yürüyen gençler… Dikkatini çeken şey, hepsinin aynı ritimde hareket etmesiydi. Sanki görünmez bir güç onları yönlendiriyordu.

Ali bir an durdu ve düşündü: Bu insanlar kendi kararlarını mı veriyor, yoksa bir sürüye mi aitler?

Carl Gustav Jung’un şu sözü aklına geldi:
"Düşünmek zor eserlerdir. Bu sayede çoğu insan sürüyü takip eder."

Gerçekten de düşünmek zor bir eylemdi. Çünkü düşünmek, sorgulamayı gerektirirdi. İnsan bir fikre ulaştığında, onu test etmek, yanlışlarını görmek ve en önemlisi, onun arkasında durabilecek cesareti göstermek zorundaydı. Ama bunu yapmaktansa, çoğu kişi zaten başkaları tarafından belirlenmiş yolları takip etmeyi tercih ediyordu.

Neden Sürüye Uymak Daha Kolay?

İnsan beyni, evrimsel olarak hayatta kalmaya programlanmıştır. Tarih boyunca topluluk içinde olmak, hayatta kalmayı kolaylaştırmıştır. Ancak modern dünyada bu içgüdü, bağımsız düşünme yetisini köreltebilir. Bir fikir popüler olduğunda, ona karşı çıkmak cesaret ister. Çoğu insan ise bu cesareti gösteremez.

Sosyal medyada bir trend ortaya çıktığında milyonlarca insan onu sorgulamadan takip eder. Bir ürün popüler olunca herkes onu alır. Bir düşünce akımı öne çıktığında, sorgulamadan kabul edilir. Peki, kendi fikrimize gerçekten ne kadar sahibiz?

Düşünmek Bir Sanattır

Jung’un dediği gibi, düşünmek zor bir sanattır. Fakat bunu yapan insanlar tarihe damga vurmuştur. Galileo, dünyanın dönmediğini söyleyen kiliseye karşı çıktı. Nikola Tesla, zamanının çok ötesinde fikirler geliştirdi. Marie Curie, bilimde kadınların da yer alabileceğini gösterdi. Hepsi sürüye uymadı, çünkü düşünmeyi seçtiler.

Ali kahvesinden son yudumu aldı ve içinden geçirdi: "Bugün gerçekten neyi, neden düşündüğümü sorgulayacağım." Belki de her şey, kendi düşüncelerimizin bize mi ait olduğunu, yoksa sadece bir tekrar mı olduğunu fark etmekle başlıyordu.

Ve belki de bu farkındalık, insanı sürüden çıkaran ilk adımdı.

Kendi Yolunu Bulmak

Ali gün boyunca bu düşünceyi zihninde taşıdı. İş yerinde sohbet ettiği arkadaşlarıyla, akşam haberlerini izlerken ve sosyal medyada gezinirken hep aynı soruyu kendine sordu: "Bu düşünceler bana mı ait, yoksa başkalarının bana sunduğu bir kalıptan mı çıkıyor?"

İlk başta bu sorgulama ona garip geldi. İnsan zaten düşündüğünü sanıyordu. Ama aslında çoğu zaman, farkında olmadan ezberlenmiş kalıpları tekrar ediyordu. O gün bir şey fark etti: İnsanlar çoğunlukla soru sormuyor, sadece verilen cevaplarla yetiniyordu.

Bir haber gördü: Bir grup insan sosyal medyada bir kampanya başlatmıştı. Çoğu kişi, içeriğini bile tam anlamadan destekliyordu. Yorumları incelediğinde, aynı cümlelerin tekrar edildiğini fark etti. Kimse gerçekten düşünmemiş, sadece duyduğu şeyi kabul etmişti.

"Ya bu fikir yanlışsa?" diye düşündü Ali. "Ya da en azından eksikse?"

Bir insanın gerçekten düşündüğünü anlamak için kendi kendine karşı çıkabilmesi gerektiğini fark etti. Düşünmek demek, önce kendi inançlarını ve fikirlerini bile sorgulamaya cesaret etmekti. Ama bu zor bir işti. Çünkü insan, kendini güvende hissettiği düşüncelere sıkı sıkıya bağlıydı.

Düşünmenin Bedeli

Gerçekten düşünen insanlar, çoğu zaman yalnız kalır. Çünkü sürüye uymayan biri, toplumdan dışlanabilir. Farklı fikirler, tehdit olarak görülebilir. Galileo'yu düşünelim: "Dünya dönüyor" dediğinde, kilise tarafından mahkum edilmişti. Oysa bugün onun haklı olduğunu biliyoruz.

Düşünen insan, önce yalnızlıkla tanışır ama zamanla bu yalnızlığın özgürlüğe dönüştüğünü fark eder. Sürüye uymak, güven verir ama düşünmek özgürleştirir.

Ali, otobüste camdan dışarı bakarken kendi kendine gülümsedi. Bugün bir şey öğrenmişti: Özgürlük, sadece fiziksel zincirlerden kurtulmak değil, zihinsel zincirleri kırabilmekti.

Ve bu farkındalık, onu yeni bir yolculuğa çıkarıyordu: Gerçekten düşünmeye cesaret ettiği bir yolculuk.

Zihinsel Özgürlüğe Giden Yol

Ali, akşam eve döndüğünde içindeki huzursuzluğu hissediyordu. Bugün düşündükleri onu rahatlatmamış, aksine derin bir sorgulamanın içine çekmişti. Eğer şimdiye kadar hep başkalarının düşüncelerini takip ettiyse, gerçekten kimdi?

Kitaplığındaki tozlanmış felsefe kitaplarına göz gezdirdi. Eskiden hevesle aldığı ama çoğunu yarım bıraktığı kitaplar... Sartre, Nietzsche, Jung, Descartes... Her biri özgür düşüncenin birer temsilcisiydi.

Kitaplardan birini rastgele aldı ve sayfaları karıştırmaya başladı. Descartes’in meşhur sözü gözlerine çarptı:
"Düşünüyorum, öyleyse varım."

O an fark etti: Var olmanın en temel koşulu düşünmekti. Ama gerçekten düşünmek.

Konfor Alanını Terk Etmek

Düşünmek rahatsız ediciydi çünkü insanı konfor alanından çıkarıyordu. Sürüye uymak kolaydı; kimse sana neden böyle düşündüğünü sormuyordu. Ama bireysel düşünce, cesaret gerektiriyordu.

Ali, sosyal medyada saatlerce zaman geçiren bir arkadaşını düşündü. Birkaç gün önce ona "Neden bu kadar fazla vakit harcıyorsun?" diye sormuştu. Aldığı cevap ilginçti:
"Düşünmemek için."

İnsanlar çoğu zaman bilinçli olarak düşünmekten kaçınıyorlardı. Çünkü düşünmek, sorumluluk almak demekti. Eğer kendi fikirlerinle hareket edersen, yanlış yapma ihtimalin de vardı. Ama sürüyü takip edersen, hata yapsan bile suç senin değildi.

Ama Ali artık bunun farkına varmıştı. Gerçekten yaşamak istiyorsa, kendi aklını kullanmalıydı.

Fikirlerin Bedeli ve Özgürlüğün Değeri

Ertesi gün işe gittiğinde, meslektaşları arasında bir tartışma çıktı. Birçoğu, medyada sıkça konuşulan bir konuyla ilgili tartışıyordu. Fakat kimse meseleyi derinlemesine irdelemiyor, sadece duydukları yorumları tekrarlıyordu.

Ali, "Peki, bu bilgiyi nereden öğrendiniz? Gerçekten araştırdınız mı?" diye sorduğunda, ortam bir anda sessizleşti. Herkes bir an duraksadı, sonra konuyu değiştirdi.

İşte o an, Jung’un sözünü tekrar hatırladı:
"Düşünmek zor eserlerdir."

Çoğu insan gerçekten düşünmeyi göze alamıyordu. Çünkü düşünmek, çoğu zaman yalnız kalmayı da göze almak demekti.

Ama Ali, artık yalnız kalmaktan korkmuyordu. Çünkü kendi zihninin efendisi olmanın verdiği özgürlük, hiçbir sosyal onayla değiştirilemezdi.

Balkona çıkıp gökyüzüne baktı. Sabah izlediği insanlar yine sokakta yürüyordu. Çoğu, aynı tempo içinde ilerliyordu. Ama artık Ali farklıydı.

O, sürüden ayrılmayı seçmişti.

Post a Comment

Daha yeni Daha eski